Yakın Doğu Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Haftalık Konferansları Bağlamında Doç. Dr. Hikmet Yaman’ı Konuk Etti
Eklenme Tarihi: 02 Nisan 2017, 14:38
Son Güncelleme Tarihi: 24 Kasım 2020, 14:11

Harvard Üniversitesi'nde Doktorasını tamamlayan Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde öğretim üyeliği yapan,alanında da tanınan bir bilim adamı olan Doç. Dr. Hikmet YAMAN’ın “Oryantalist Çalışmalarda İslami İlimler: Tasavvuf Örneği” başlıklı konferansı İlahiyat Fakültesi Dekan Vekili Prof. Dr. Mehmet Mahfuz SÖYLEMEZ başta olmak üzere, fakültenin öğretim üyeleri ve öğrencileri tarafından ilgi ile dinlendi.

İslami İlimlerin Tarihsel Kaynağı  Ve Gelişimi Meselesi

Yakın Doğu Üniversitesi Basın ve Halkla ilişkiler Müdürlüğü'nden verilen bilgiye göre, Doç.Dr.Hikmet YAMAN konuşmasında özetle şunları söyledi: “İslami ilimlerle ilgili olarak Batı’da ortaya konan akademik çalışmalarda en çok üzerinde durulan hususlardan biri İslami ilimlerin tarihsel kaynağı (origin) ve gelişimi (development) meselesidir. Bu ilimlerin Müslümanların kendi mahsulü entellektüel faaliyetler olup olmadığı mevzusu oryantalist çalışmalarda hararetle tartışılmış bir mevzudur. Çoğunlukla da sözkonusu çalışmalarda bu ilimlere İslamiyet dışından birtakım dini, felsefi ve kültürel kaynaklar atfedilmiştir. Bu durumun en bariz bir şekilde gözlemlenebileceği alanlardan biri tasavvuftur. Zira oryantalist çalışmalarda tasavvufa İslamiyet dışından bazıdinī, felsefī ve mistik kaynaklar bulma gayretleri hep olagelmiştir. Biz bu sunumumuzda tasavvufun menşei ve tarihsel süreç boyunca maruz kaldığı yabancı tesirler hususunda Batılı akademik çevrelerce ileri sürülmüş olan başlıca görüşleri tahlil etmekteyiz. Tasavvufa İslamiyet dışında yabancı kaynaklar arama çabalarının tarihī ve ideolojik arka planı üzerinde yoğunlaşarak varmak istedikleri sonuçları irdelemekteyiz. Söz konusu iddiaları bir de tasavvuf ilmi literatürünün kendi verileri ışığında analiz edip tarihi ve ilmi tutarlılıklarını tartışmaya açmaktayız.

Tasavvufun Temel İki Kaynağı Kur’an-I Kerim Ve Hz. Peygamber’in (A.S.) Sünnetidir

Erken dönem tasavvuf literatürünün verilerine göre tasavvufun temel iki kaynağı Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in (a.s.) Sünnetidir. Tasavvuf tarihinin ve teorisinin ele alındığı pek çok anakaynak klasik eser, tasavvufun merkezî ıstılah ve âdâbının Kur’an ve Sünnet kaynaklı olduğunu ve İslam dininin manevî boyutunun tabi‘î bir sonucu olarak ortaya çıktığını ifade eder. Bu eserler Hz. Peygamber’in hayatında mevcut olan bir dindarlık ve hayat tarzı olarak tasavvufun, ismen olmasa da, yaşanan bir gerçeklik olarak hep var olduğunu ve müstakil bir ilim halinde isimlendirilerek ortaya çıkma serüveninin diğer İslamî ilimlerin teşekkül etmesi ile benzer bir süreci takip ettiğini kaydeder.

Ancak tasavvufa İslam’ın dışında kaynaklar bulma/yakıştırma gayretkeşlikleri de hep olagelmiştir. Bu teşebbüsler bazen tasavvufun tamamen İslam dışı tesirlerle oluştuğunu, bazen belli başlı ana unsurlarının İslam dışı etkilerle teşekkül ettiğini, bazen de doğuşunda İslamî olsa bile tarihî seyri esnasında yabancı unsurlardan etkilendiğini iddia etmektedir. Özellikle Batılı şarkiyatçılar tarafından bu hususta hacimli sayılabilecek çalışmalar vücuda getirilerek müteaddit görüşler ileri sürülmüştür. Reynold A. NICHOLSON (1868-1945) örneğinde görülebileceği üzere bazı müsteşrikler de önceleri tasavvufa İslam dışı kaynaklar izâfe ederken daha sonraları tasavvufla ilgili çalışmaları ilerledikçe tasavvufun İslam menşeli olduğu sonucuna varmışlardır. Biz bu sunumumuzda tasavvufa İslamiyet dışında kaynak/lar bulma adına Batı’daki akademik muhitlerde üretilmiş başlıca iddiaları tahlil edip bu iddiaları tasavvuf ilmi literatürünün kendi verileri ışığında yeniden değerlendireceğiz. Tasavvufun menşei ve gelişimi boyunca maruz kaldığı yabancı tesirler hususundaki görüşleri dört ana başlık altında toplayıp inceleyebiliriz: 1) Eski İran tesiri, 2) Hint tesiri, 3) Yahudi-Hıristiyan tesiri, 4) Eski Yunan tesiri.

Tasavvufun İslam-dışı birtakım dinî ve felsefî kaynaklara dayalı olarak doğduğunu ileri süren iddiaların genel özelliği tarihî mesnetlerinin son derece zayıf ve spekülatif olmasıdır. Tasavvufla diğer mistik gelenekler arasında gelişigüzel mukayeseler yaparak aralarında müşterek unsurlar tespit etmeye çalışan bu iddialar tasavvuf çalışmalarının ortaya koyduğu kendi tarih kurgusunu hiç dikkate almadan tasavvufa kendilerince dışarıdan zorlamayla bir tarih yazmışlar ve menşeler tayin etmişlerdir. Halbuki mutasavvıflara göre tasavvufun asıl kaynakları Kur’an ve Sünnettir. En ideal ve mükemmel sufi Hz. Peygamber’dir (a.s.). Zikir, takvâ, tevbe, Allah korkusu ve sevgisi, sabır, tevekkül, tefekkür gibi temel tasavvufî kavramlar tamamen Kur’an menşelidir. Hz. Peygamber’in (a.s.) yaşama şekli ve sözleri de tasavvuf ehlinin en temel müracaat kaynaklarıdır. Zaten Sehl b. ‘Abdullāh et-Tüsterī (ö. 283/896) ve Cüneyd Bağdādī gibi erken dönem pek çok tasavvufî şahsiyet aynı zamanda ehliyet sahibi hadis âlimidir. Sonraki sufiler de kendilerinin takip ettikleri talim ve terbiye sürecinin aslının silsile şeklinde Hz. Peygamber’e (a.s.) vâsıl olduğuna mutlak surette inanırlar. Mutasavvıfların bu şekildeki temel İslamî referanslarına hiç dikkat etmeden, onların kendi tasavvuf ve tarih tasavvurlarını hiç hesaba katmadan, tamamen indî mütalaalara dayalı olarak tasavvufa dışarıdan menşeler tayin etme çabalarının ilmen değerini takdir etmek için birazcık insaflı ve tarafsız olmak yeterlidir.” dedi.